Açık Dünya Oyunlarının Sürekli Büyümesi Geliştiriciler İçin İyi mi?



1980’den bu yana oyunlarda kuşkusuz büyük bir gelişme görülüyor. İlk gelişme iki boyutlu görüntüden üç boyuta geçiş olacaktır. Bundan sonra teknolojinin gelişmesiyle oyunlar da hızla gelişmeye başladı.
Teknoloji konusundaki bu hızın oyunlara da yansımasıyla oyunlar gerek içerisinde geçtikleri dünya, gerekse oynanış şekilleriyle genişlemeye başladılar. Hatta durum öyle bir noktaya geldi ki oyunun içerisinde geçtiği dünyanın büyüklüğü oyunun pazarlanması için bir kriter haline geldi.


İlk açık dünya olmasa da piyasayı büyük şekilde etkileyen oyun Rockstar Games’in Grand Theft Auto III oyunu olmuştur. Rockstar oyuncularını Liberty City’nin bir vatandaşı gibi hissettirmeyi gerçekten başarmıştı. Şehrin içerisindeki neredeyse her şeyle etkileşime geçebildiğiniz için oyun size canlı geliyordu.
Peki, oyunların bu kadar geniş bir alana yayılması bize daha iyi bir oyun tecrübesi sağlıyor mu? Bu sorunun cevabı genellikle “hayır” olmuştur. Açık dünya oyunlarının tercih edilme sebebi oyunculara daha iyi bir oyun tecrübesi sağlaması değil, daha büyük bir oyun tecrübesi sağlamasıdır.
Ubisoft bu konuda fazlaca taşlanmış bir şirket olarak örnek gösterilebilir. Neredeyse tüm oyunlarında bulunan devasa dünyalar yapılacak tonla şeyle dolu ancak bu her zaman daha iyi oyunlar oldukları anlamına gelmiyor.
Örneğin Ghost Recon Wildlands in açık dünyalı oyununda tüm harita keşfedilmeye açıktı ve bir helikopter koltuğundan haritayı seyretmek gerçekten güzel bir şeydi. Ancak oyunun bu kadar büyük bir alana yayılması oyunu sıkıcı hale getirmişti.


Bir görevden diğerine gitmenin dakikalar aldığı bir oyundan fazla zevk alınamayacağı çok da sürpriz olmasa gerek.
Bu aynı zamanda Assassin’s Creed’in de son zamanlarda düştüğü bir tuzak durumunda. Devasa ve fazlasıyla detaylı dünyaları mükemmel kelimesinden başka bir kelimeyle tanımlanmasa da oyunun oynanışını bu uğurda feda etmiş durumdalar.
Share on Google Plus

Yazar Enes SANCAK

    Blogger Comment
    Facebook Comment